Hakkımda

Fotoğrafım
Bursa, Türkiye
1974 yılında Bursa’da doğdum. Lise öğrenimimi Bursa Erkek Lisesi’nde tamamladım. 1998 yılında Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldum. Aynı yıl Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İşletme Yüksek Lisans programına; 1999 yılında Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümü Üretim Yönetimi - Pazarlama Anabilim Dalı’nda asistan olarak göreve başladım. 2001 yılında “Kişisel Bilgisayar Üretiminde Tedarik zinciri Yönetimi” isimli tezi ile master, 2008 itibariyle de “Entegre Lojistik Yönetiminde Karar Destek Sistemleri” isimli tez ile doktora derecesi aldım. Tedarik zinciri yönetimi, askeri stratejilerin işletme stratejilerine uyarlanması, üretim pazarlama arayüzü ve KOBİ’ler ile ilgili konularda yurt içi ve yurt dışı tebliğlerim bulunmaktadır.

18 Haziran 2010 Cuma

MANİFESTO !

GİRİŞ

H A S T A Y I M.

Goethe'nin oldum olası sevdiğim bir sözü vardır : " Kardeşlerimi tanrı yarattı fakat dostlarımı ben buldum." der. Doğrudur. Sevdiğim herkese kardeşim dememin özünde sanki bana tanrı vergisiymiş, tanrı tarafından gönderilmiş imajı yarattığımı farkettim. Oysa kardeşim olacak kadar sevdiğin iki bilemedin üç kişi var yaşamımda. Dostum dediğim pek çok kişiyle ne paylaştığımı soruyorum kendime büyük çoğunluğu ile ancak ayda bir rakı masasında bir tabak meze ve hesap dışında aklıma birşey gelmiyor. İşte hastalık bundan kaynaklanıyor çünkü aynı mezeye çatal salladığım kişi sanki nüfusuma kayıtlıymış gibi hissediyorum. Sanki dostlarımı ben seçmedim herkes benim kardeşim ve hepsi tanrı vergisi.

Sonuç olarak baktığımda kendimi bu insan yumağı tarafından didiklenen oltadaki kurtçuk gibi hissediyorum artık. Bundan kurtulmak istiyorum. Hayatıma bir şekilde dahil olmuş yükleri omzumdan atmak ve bunun tedirginliğini üzüntüsünü hissetmemek istiyorum. Öğrenmemekte direnenlere bir şey öğretmeye çabalamak yerine kendi yolunda akıp gitmesine izin vermek; üzenlere, sıkanlara tokatı (mecazi anlamda pek tabiki) yapıştırmak istiyorum. Çıkarcılara, bencillere, pespayelere, aptallara, haddini bilmezlere, küstahlara, kendilerine uygun şekilde davranmak istiyorum.


Temel misyonumu belirledim :

"Eğer insanlar neyi yapmaya muktedir olup olmadığını sana söyleme cesaretindeyseler, sevip değer verdiğin kişilerin hüznünü, kederini, sıkıntısını, neşesini, mutluluğunu ancak saçma sapan yollarla takip edebiliyorsan (3.şahıslar, Facebook, bloglar vb.), ihtiyacın olduğundan konuştuğunu anlayacak düşüncelerini dinleyecek ve yorum yapabilecek birini bulmakta zorlanıyorsan kabahat sendedir kimsede değil. Çaresi değişimdir."

Şimdi buna uygun bir vizyon geliştirip buna göre değişim gerekliliklerini belirliyorum.

Değişim genelde kurgulanmaz. Doğal bir yolu vardır kendiliğinden akar. Benimki bu anlamda zorunluluktan kaynaklanıyor. Değişime ihtiyacım var. Çünkü hastayım ve bu hastalık beni bitiriyor. Neşemi gücümü cesaretimi en ama en beteri de huzurumu sömürüyor. Evrensel bir diyete girmişim gibi düşünerek kendimi yönlendiriyor, değişimi bu şekilde yorumluyorum. Sonuçları ne olacak bilmiyorum. Biliyor musunuz umurumda da değil.


I. BÖLÜM

RED VE KABUL

Önce avcılar vardı. İşleri sırasıyla yapabilme becerisine sahip, sabırlı, usta ve birikimlerini gelecek nesillere göstererek uygulayarak aktarabilen bilge insanlar. Çevrelerine saygılı, iş bölümünü iyi bilen her şeyi verimli kullanabilen insanlar. Her gün taze av için yeniden ve yeniden aynı bilgeliğine başvuran, ustalığı, bu yüzden sürekli bileylenen keskin bir bıçak gibi olan insanlar. “Yeteri kadar” kavramına anlam kazandıran bir yaşam.

Sonra çiftçiler geldi. Yerleşik hayatta her gün bilgeliklerini kullanmadılar. Avcılık unutuldu. Eski bilgelik yitti. İhtiyaçlarından fazlasını yetiştirmeye başladılar. Daha fazlası için daha kalabalık oldular daha kalabalık için daha fazlası üretildi. Artanlar önce değiştirildi sonra satıldı. Yılın bir ayı ekildi bir ayı biçildi. Geriye kalan zamanlar hasetle, kıskançlıkla geçti. Avcılığın planlı ve günlük çalışmaları yerine çiftçinin dönemlik çalışmaları yaşamın yeni kurallarının yazımı için vakit bıraktı. Bir sürü gerçek olmayan şey türetildi. Bundan önce yaşamın temel kuralları vardı. Doğmak, beslenmek, güvenlik sağlama, barınma, üreme ve ölme şeklinde basit kurallar. Lakin insan bu kuralları değiştirdi. Yerleşik yaşam, sosyal gruplar oluşturma gibi fazla sayıda bireyin oluşturduğu topluluklarda yaşamın temel kuralları genişletildi, karmaşıklaştırıldı deforme edildi. Temel kurallar unutuldu ve yenileri işlemeye başladı. Yiyecek bolluğu zamanla kaynak bolluğuna dönüştü. Kaynak bolluğu dengesizlik yarattı. Az olan çok olandan aldı karşılığını kanla ödedi. Önce yan komşuya sonra onun komşusuna göz dikildi. Avcının bilgeliği hep özlenildi ve bu özlem insan avına döndü. Savaş doğdu. Yetiştirmek yerine yağmalamak daha kolaydı. Öyle de yapıldı. Önce kolay yiyecek için sonra daha fazla toprak, sonra para, sonra din, şan, gurur, onur için insanlar silahlandı bir araya geldi ordular kuruldu. Avcıların bilgeliği, insan öldürmenin bilgeliği ile örtüştürülmeye çalışıldı ve bu bir sanat haline geldi. Askerlik sanatı veya savaş sanatı. Savaş öyle bir kavramdı ki hayatın temel noktası oluverdi. İnsanın temel yapısına gayet uygundu.

Her ne kadar temel kurallar birer kaide gibi, insan sapkınlığının yeni kurallarını omuzlarında taşısa da, inşa edilen kurallar bütünü öylesine kalabalık, öylesine karmaşık ve öylesine bencil ki temel kaideler unutulup yerine kendi koyduğumuz kurallara çaresizce bir bağlılık hatta muhtaçlık sergileme acizliği içindeyiz. Ahlak, inanç, gelenek, töre, politika, ekonomi konularında temel kaideler yazdık. Sınıfladık böldük parçalara ayırdık. Benimkine yakın olanlar ve benim gibi düşünmeyenler şeklinde bölündük. Hangi anne babadan dünyaya geleceğimizi seçme hakkımız olmamasına karşılık ırka, dile, dine, sonradan geliştirdiğimiz törelere, geleneklere, değerler sistemine göre kurallar belirledik. Bunlara göre ayrıldık, ırklara göre tasnif edildik, dile göre, inanca göre.

Bölünmüşlükler yeni birliktelikler, yeni birliktelikler ise yeni bölünmüşlükler doğurdu. Teknoloji gelişti, iletişim olanakları gelişti. Bölünmüşlük bireye kadar indirgendi. Bireyler iç dengelerini yitirdi. Her birey rüzgarla sürüklenip yer değiştiren kum tepelerindeki bir tane oldu. Amaçsız, niteliksiz ve hafif. Rüzgara göre şekil alan kendi başına bir hiç olan bireyler.

Artık avcıların bilgeliği yok. Artık yaşamın temel kuralları da yok ve kötü haber dünya cennet değil. Milyarlarca insan susuzluk içindeyken bir kısım insan aromalı banyo tuzları ile jakuzinin kendinden geçiren büyüsü içinde. Milyarlarca insan açlık içindeyken bir kesim açların ağırlığınca paralar karşılığı alınabilen yemekleri elinin tersiyle itmekte.

İnsanların yarattığı beklide en güzel kavramlardan olan adalet artık Tanrıya edilen dualardaki bir beklenti haline geldi. Adaleti görebilmek peygamberlerin mucizelerini görebilmekle eş değer. Bize göre gelişmiş insan uygarlığının yarattığı tüm ekonomik ve yönetim modelleri, düşünce gücünden mahrum hayvanların tabi olduğu tabiat kanunları yanında ilkel. Oysa bunlar için milyonlarca insan öldü. Tüm dinlerce öldürmek yasakken tüm dinler adına savaşlar yapıldı. Tabiatın dengelerini alt üst ettik. Kaynakları tükettik. Temel yaşam kurallarını tükettik. Kendi yazdığımız kuralları tükettik. Tanrının buyruklarını tükettik. Her şeyi iğrenç çıkarlarımız, bencilliğimiz riyakarlığımız için deforme ettik, bozduk, çürüttük.

Bu kara tablo içinde bile aşk için, sevgi için ve sanat için pembe düşler yarattık. Bir grup bu düşler içinde yaşadı ve öldü ve pembe miraslarını ardıllarına devrettiler. Lakin düşündemeden edemiyorum: Hangi aşk, evladı açlıktan ölen bir annenin kalbindeki boşluğu doldurur? Hangi eser, evladı adaletsizliğe kurban giden bir babanın feryadını susturur? Hangi pembe düşler gerçeğin acı tokadının acısını unutturur? Aile dışında kim karşılıksız sevgi verebilir?

Genlerimde bir avcının bilgeliği yok. İz süremem, bir hayvanı yemek için hiç kendim öldürmedim. Silah kullanmayı bilmiyorum ve hiçbir silaha sahip olmadım. Bir barına inşa etmedim etmeyi de bilmiyorum. Tarlada hiçbir şey yetiştirmedim. Dalından kopardığım birkaç meyve haricinde hiçbir ürünün hasadını yapmadım. Hiçbir şey yapmadım sadece tükettim.

Hiç bir şeyim yok. Her şey kiralık. Vergisini ödeyebildiğim müddetçe benim olan şeyler aslında bana ait değildir. Sahip olduğum şeylerin bedelini tekrar tekrar ödemek durumundaysam o zaman bunlara gerçekten sahip miyim? Bedenime ve canıma bile sahip değilim onları tanrı verdi ve geriye alacak. O halde nasıl benim olabilir. Lakin bir şey var ki o farklı. Aklıma kısmen sahibim. Aklım için vergi ödemiyorum ve Tanrı onu özgürce kullanabilmem için verdi bana. Beni diğer canlılardan farklı kılan tek şey o.

O halde kısmen sahip olduğum tek şey adına, aklım adına :

R E D D E D İ Y O R U M !

Tüm pembe düşleri reddediyorum. Yaşamın temel kuralları, Tanrı’nın varlığı, gerçeklik ve akılcılık dışındaki tüm yanılsamaları reddediyorum. Yaşamın temel kurallarını ve bunları sağlamaya yönelik maddi ve manevi güce ulaşmaksızın gösterilen ve/veya ifade edilen, aile ve Tanrı sevgisi dışındaki tüm aşk, sevgi ve minnet duygularını reddediyorum. Geçerliliği olmayan, uygulanmayan idealize edilmiş tüm ekonomi modellerini ve yönetim biçimlerini reddediyorum. İnsanlığın ütopik değerlerle yönetildiğini, dünyanın, herkesin mutlu ve huzurlu şekilde yaşayabileceği bir yer olduğunu reddediyorum.


K A B U L     E D İ Y O R U M !

Savaşı kabul ediyorum. Hayatın savaş kavramı ile iç içe olduğunu ve varlığını korumak adına kaçınılmaz hatta doğal olduğunu kabul ediyorum. Altın, altına dayalı ekonomik modelleri ve parayı kabul ediyorum. Bilginin yaratabildiği kapital ölçüsünde güç ifade ettiğini kabul ediyorum. Aptallığın yanılsama olmadığını, cahilliğin en büyük saadet olduğunu, sağlığın en değerli varlık olduğunu kabul ediyorum. Acımanın zafiyet olduğunu, herkesin kendi kaderini kendinin yazdığını, her tercihin bir vazgeçiş olduğunu kabul ediyorum. Huzurun, neşeden mutluluktan tüm ama tüm hazlardan daha güzel ve ulu olduğunu kabul ediyorum. Varlığımı ve akli özgürlüğümü müdafaa etmek adına her türlü davranışımın meşru olduğunu ve içime sindiğini kabul ediyorum.

Hiç yorum yok: