Hakkımda

Fotoğrafım
Bursa, Türkiye
1974 yılında Bursa’da doğdum. Lise öğrenimimi Bursa Erkek Lisesi’nde tamamladım. 1998 yılında Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldum. Aynı yıl Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İşletme Yüksek Lisans programına; 1999 yılında Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümü Üretim Yönetimi - Pazarlama Anabilim Dalı’nda asistan olarak göreve başladım. 2001 yılında “Kişisel Bilgisayar Üretiminde Tedarik zinciri Yönetimi” isimli tezi ile master, 2008 itibariyle de “Entegre Lojistik Yönetiminde Karar Destek Sistemleri” isimli tez ile doktora derecesi aldım. Tedarik zinciri yönetimi, askeri stratejilerin işletme stratejilerine uyarlanması, üretim pazarlama arayüzü ve KOBİ’ler ile ilgili konularda yurt içi ve yurt dışı tebliğlerim bulunmaktadır.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Manifesto - III. Bölüm : HARP

III. Bölüm

HARP

Dünya bize bir armağan. Yaşamak saadetlerin en büyüğü. Tadını çıkartalım. Elimizdekilerle mutlu olalım. Kardeşçe yaşayalım. Paylaşalım. Affedip bağışlayalım, kin gütmeyelim.

Alâ. Bunlara inanmaya devam edebilirsiniz. Lakin bunlar cennetten betimlemeler. Sabah uyanıp odanızın penceresinden baktığınızda gördüğünüz dünya ile alakası yok. İnsanın doğasındaki aç gözlülük, riya ve doyumsuzlukla savaşıp kendini kandıran insanın elindeki son yemeği bile, kendi ile barışık, varolan düzene uymuş adam tarafından kapılır ve bu adam “günün adamı” olarak övgü görür. Siz ise boş mideniz ile kala kalır ve çevrenizden “uyanık ol” tavsiyeleri ile ödüllendirilirsiniz.

Özü kaybetmek insanın doğasındadır. Kendi yarattığı kavramların pençesinde acınacak hale bürünür. Ahlak, onur ve haysiyet gibi kavramlarla bir çerçeve çizilir ve tanıdık herkes bu çerçevenin içine sokulur. En haysiyetsiz adam bile onu sevenler tarafından onurlu, ahlaklı kabul edilir. Öyleyse ahlaklı, onurlu veya doğru insan olabilmek nedir?


Pek çok insan doğruları tek kabul eder. Tek bir doğru tek bir neden ve tek bir sonuç vardır. Oysa bu budalalıktır. Her insan için tek doğru varsa insan sayısı kadar doğru vardır. Buna benzer şekilde ahlak, onur ve iyi niyet herkes tarafından farklı tanımlamalara farklı çerçevelere sahiptir. Deli gibi çalışıp birikimlerinizle evinize doldurduğunuz güzelim eşyalarınız, özel insanlara özel zamanlar için verdiğiniz armağanlar, mücevherler kıymetli şeyler bir hırsız tarafından çalındığında, emeklerinizi sömüren bu kişinin bunu neden yaptığını, hangi amaçla hareket ettiğini sorgulamaz düşünmezsiniz. Oysa hırsızlar prensi Robin Hood’u beyaz perdede seyrettiğinizde içinizde bir çoşku yükselir. Fırsat verilse sizde aynısını yaparmışsınız gibi gelir. Oysa Robin’in evinize giren hırsızdan bir farkı yoktur. O da hırsızdır o da. Ama siz bakış açınızı değiştirmiş, doğru bildiklerinizi yepyeni bir perspektiften görmüşsünüzdür. Şu anda bile Robin Hood’a haksızlık ettiğimi, onun bir hırsız olmayıp kahraman olduğunu düşünenleriniz mutlaka vardır. Bu sizin perspektifinizdir. Görmek istediğinizdir lakin bu gerçek değildir.

Tek bir doğru, tek bir yol yoktur. Doğrular kişilere göre değişir. Ama insan, bunu genele yaymaya bayılır. Kendisi ile benzer düşünen birkaç kişi daha bulduğunda bu kalıplaşmış bir düzen haline gelir ve bu da tek bir doğruymuş gibi topluma lanse edilir. Bu körlüğün ilk basamağıdır. İnsan kendi yarattığı sanal yaşama gerçekmişçesine tutunur. Buna öyle çaresizce sarılır ki aksi düşünce veya görüşe tahammül edemez. Lakin kendi çıkarları için bunu istediği gibi esnetir. Kötü bulduğu kınadığı bir davranışa “herkes yapıyor ben de yaparım ben aptal mıyım?” gibi zavallı bir bahane üretip eyleme geçen insanlar, riyakarlığın ve tek bir doğru olmadığının en büyük ispatıdır.

Yaşamın temel kaidelerinde bu tür riyalara izin yoktur. Varlığıma, varlığımın geleceğine, huzur ve mutluluğuma açıkça tehdit oluşturmayan her tür istek ve eylem kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin bunu yargılama, değerlendirme veya yorumlama gibi bir lüksüm yoktur. Varlığıma, huzur ve mutluluğuma, korumam altındakilere yönelik her türlü istek, emel ve eylem açık bir tehdittir ve derhal yok edilmelidir. Bu bir savaştır. Yaşam herkese yetecek kadar huzur, refah ve mutluluk barındırmadığı gibi herkese eşit güç de sunmaz. Dolayısıyla elindeki imkanlar doğrultusunda herkes kendisi için en iyiyi en güzeli talep edecektir. Bu esnada ne genel kabul gören doğrular, ne onur, ne de ahlak gibi yapay çerçevelere bağlı kalacaktır. Kendi iradesine ve çevresindekilere deklare edilecek haklılık dolu söylemler her zaman hazırdır. Hiç kimse kendini haklı görmediği bir eyleme girişmez. En düşünülmeyecek durumda bile bahane üretme mekanizması insanı harekete geçirecek bir dizi sebep yaratacaktır. Bu insanın doğasındaki riyakarlıktan kaynaklanır ve istisnasız herkes bu mekanizmayı kullanır. Eğer gerçekten tek doğru, tek yol olsaydı, ahlak ve onur kavramları yapay değil gerçek olsaydı, kötülük ancak mit olur veya adalet mekanizması bu derece karmaşık olmazdı.

Harp yaşamın özüdür. Kıt miktardaki saadet için hemen her zaman bir başkasının imkanlarını tüketmek mecburiyettendir. İktisat bilimi bu temel üzerine bina edilmiştir. Kıt kaynakların bölüşümü üzerine felsefe akımları, iktisat okulları, düşünce biçimleri geliştirilmiştir. Oysa insan doğası gereği en iyiyi en güzeli istediğinden, bölüşüm herkesin bildiği fakat kendine konduramadığı tabiat kanunlarına göre gerçekleşir. Kıt olan saadet, refah ve mutluluk güç doğrultusunda dağıtılır. Kimin fazla gücü varsa o bu denklemin sonunda en fazla çarpana sahip olur ve kıt kaynaklardan en büyük dilimi gücü en fazla olana gider ki bu bir paradokstur. En büyük güç en büyük refahı getirir kaidesi en büyük refah en büyük gücü getirir ilkesi ile bütünleşir. Bu durumda refahın getirdiği güç ve gücün getirdiği refah arasında bir seçim durumu doğması kaçınılmazdır. İşet insanlık alemini temelde ikiye ayıran unsur budur. Bir kısım insan refah elde etmek için güç peşinde koşarken bir kısım insan ise ellerindeki refahın kendi güçleri olduğunu savunur. Her halükarda insanlar ya refah ya güç peşinde koşarlar ki her iki seçenek sonuçta birbirine varan bir paradokstur. Refah içersinde Maslow piramidinin bütün basamaklarını barındırır. Piramidin hangi basamağı kabullenilmişse o basamak insan için refahtır ve bir sonraki ise amaçtır. Güç ise bu basamakları elde etmek, elde tutmak ve yenisine ulaşmak için önemli bir araçtır.

Gerçekçi bakış açısı günümüzde gücü tek bir değerle örtüştürür. Para. Para güçtür. Güç paradır. Günümüzde para ile kovertebilitesi olmayan hiçbir değer yoktur. Varlığınızı para ile korur, sürdürürsünüz. Sağlığınız paraya bağlıdır. Yaşam standartlarınız para ile ölçülür. Eğitiminiz para ile gerçekleşir. Satın alınamayacak veya satılamayacak hiçbir değer yoktur. Bilgi güçtür denir lakin paraya çevrilemeyecek bir bilginin herhangi bir değeri yoktur. Kaldı ki paraya çevrilemeyecek veya paraca değeri olmayan bilginin elde edilebilmesi dahi belirli bir parayı gerektirir. Dolayısıyla bilgi para ile ölçülür.

Küstah bilgiçler, yapay değerlerin para ile ölçülemediğini savunur. Oysa para karşısında onur, ahlak veya insanlığın arz talep yasalarına göre değeri mevcuttur. Tek doğruyu savunan toplumlarda, ahlak, onur ve doğrular daha ucuzdur. Bireysel perspektifin değerini kavramış, gerçekleri özümseyip kabullenmiş toplumlarda bu tür yapay unsurlar daha pahalıdır çünkü herkes kendi ahlaki değerlerine ve doğrularına kendi bedel koyar. Böyle durumlarda piyasa değeri yoktur dolayısıyla göreceli pahalıdır. Bazı durumlarda paranın göreceli önemi düşer ve karşılıklı eylemler ön plana çıkar. Kişi veya olgunun el değiştirmesi, satılması veya satın alınması karşılığında para ile ölçülebilen farklı bir eylem gerekir. Bir nevi takas hali söz konusu olsa da bu takasın benzer piyasalardaki parasal değeri mevcut olduğundan ölçülebilmesi mümkündür. Hiçbir toplumda satın alınamaz denen bir kişi veya olgu mevcut değildir. Var diyen ise henüz karşılığını bulamamıştır. Hiçbir şey satın alınamaz veya satılamaz değildir yeter ki bedeli ödensin.

Lakin insanın kendisini satın alınabilen ve satılabilen bir olgu olarak görmesi çok güçtür. Bu özün saptırılması, yaratılan yapay ortamda gerçeklerin yumuşatılması ile mümkün hale getirilir. Çalışan her birey emeğinin karşılığını belirli bir ücretle aldığını iddia edecektir. Özde ise bu olay farklıdır. İnsan yaşam süresinin belirli bir kesitini para karşılığında satar. O süre zarfında yaptığı eylemler ise kendisinden verilen para karşılığında istenen eylemlerdir. Özetle insanın varlığını sürdürebilmesi için gerekli güce sahip olabilmesi amacıyla yaşamının belirlenen zamanlar ölçüsünde satılmasına, günümüzde çalışmak adı verilmektedir. Özün kaybolması, insanın yaşamını satmasını, çalışma şeklinde değerlendirmesi ile başlar ve sindirilebilir bir hayal dünyası yaratılır. İnsan ömrü geri dönüşümsüzdür. Bir kereliğine ve belirli süreye mahsustur. Dolayısıyla kıymet açısından oldukça değerli olmasına rağmen çarpıtılan gerçekler nedeniyle yaşamın belirli bir kesiti örneğin bir saatini belirli bir ücret karşılığı almak mümkündür. Herhangi birinin hayatında 1 Ocak 2010 sadece bir kere olacaktır. Bu kişiye gidip yaşamının bir gününü satın almak istediğinizi belirttiğinizde çok büyük olasılıkla şiddet veya hakaret görürsünüz. Aynı kişiye belirtilen tarihte 24 saatlik bir iş için kendisine ihtiyaç olduğunu belirtirseniz duyacağınız tek şey “Ücret nedir?” sorusu olacaktır. Bu bile doğrunun tek olmadığını tek bir yolun var olmadığını ve her şeyin bir şekilde satılıp alınabileceğinin göstergesidir. Gerçekler sindirilmesi güç lokmalardır ve her bünye gerçekleri layıkıyla hazmedemez.

Tüm bu gerçekler ışığında yaşam bir savaştır. Hayat mücadelesi adını verdiğimiz kavram varlığı koruma savaşına dönmüştür. Fikirleriyle, düşünceleriyle ve değerleriyle bütün olan bir insanın varlığını koruma savaşı içindedir. Her şeyin parasal değerinin olduğu ve paranın güç olduğu bir dünyada mutluluk ve huzur dahi kıtlık sorunu çerçevesinde değerlendirilir bir kavramdır. Doğaldır ki kıt kaynaklardan en fazlasına sahip olmak savaşmayı gerektirir. Kendi içindeki savaşı tamamlayan her birey, artık varlığı için diğer bireylerle savaşmak zorunda. Mutluluk içinse bu savaşı daha da acımasızca yürütmek zorunda. Biliniz ki mutsuzluğunuz başkasının mutluluğu nedeniyle var ve mutluluğunuz ise başkalarının mutsuzluğu ile. Herkesin aynı anda mutlu olabildiği kutsal dönemler artık sadece ikinci yaşamımızda cennette. O raya gidene kadar ise sahip olduklarımız ve olmak istediklerimiz için birilerinin üzerine basmamız gerekliliği yakamızı asla bırakmayacak.

H A R P    İ L A N    E D İ Y O R U M !

Yaşamı tüm gerçekliği ile kabul ettiğim için varlığımın, huzurumun ve mutluluğumun bana hiçbirşey yapmadan elimde tutabileceğim bir hak olarak verilmediğini görüyor ve biliyorum. Varlığım adına, devamlılığım adına gerekli güce sahip olmak için her türlü kıt kaynağa erişmek için çıkarları benimle kesişen tüm insanlara harp ilan ediyorum. Mutluluğun ve huzurun sulh ile sağlanmasının güzel bir düş olduğunu, her şey için gerekli gücü elde etmek adına harp etmekten kaçınmayacağımı gururla ifade ediyorum. Kıt olanı paylaşarak kendimi daha fazla aşağılamayacağıma, bahşetmeyi paylaşmaya yeğleyeceğime and olsun. Varlığımın, huzurumun ve gücümün diğer herkesin varlığından kıymetli olduğunu; çıkarlarımın gereklerini, yaşamın temel kaidelerini gerçek olarak kabul ederek çekinmeden yerine getirmeyi kabul ediyorum. Savaşı benimle olmayanları, çıkarları benimle çatışmayanları, varlığı benimle çelişmeyenleri, yermeyeceğime, kınamayacağıma üzerlerine boş kelamlar üretmeyeceğime and olsun.

Yaşamdaki tüm olayları bir harp doğasında değerlendirmeyi, sulhun ancak ölümle örtüştüğünü, diğer türlü davranmanın sadece kendini kandırmak olduğunu kabul ediyorum. Yaşamdaki az miktardaki huzuru ve mutluluğu elinde tutanlar, sahip olmam gereken güce sahip olanlar, varlığıma ve bütünlüğüme tehdit oluşturanlar hepinize HARP ilan ediyorum. Batışınız benim doğuşumdur. Kim iyiyse değil, kim layıksa zaferin kanlı çiçekleri onun olsun...

Hiç yorum yok: